

İçten içe sancılanan ve adını bilemediğin bir yerin zıngır zıngır acı çekmesiydi bu! Bir dokunuş… Gözlerin nerede nöbet tutması gerektiğini unuttuğu hiç seçici olmadan her yerden bir nebze parça alıp göz kapaklarında biriktirmek.
Anneli-babalı evlatların yetimliğini, hayatların kutulara sığdırılmaya çalışılmasını, bakmakla görmenin arasındaki uçurumu iyice açtığımızı görüyorum.
Bir dokunuş… Geceleri üzerimize örtü yapan, örtünün süsü olan yıldızlara bakabilme imkanımız varken kafamızı kaldırmayışımızı görüyorum. Ben yıldıza bakmaktan yoksunken kardeşlerimin üzerine yıldız gibi parlayan o acımasız bombalar yüzünden gözlerini göklerden alamadığını görüyorum. Aynı evin içinde birbirlerinin gözlerine bakmayan ebeveynler eşler görüyorum. Görüyorum ki şimdi kapı çalsa da babama açsam kapıyı diye hayallerine ve anılarına sığınan yüreği buruk evlatlar görüyorum. Öfkelerimizin ardına saklanan “insanlığımızı” görüyorum. Bir el atan olmalı, çıkartmalı çaresizlikten bilememezlikten! Çıkamayan insanlık görüyorum. Haramların helalleştirilmeye ve sessiz sessiz bu gidişe bakan ama hayıflanmayan imanı bütün davranan müslümanlar görüyorum.
Bir dokunuş… Onca isyan türkülerini duyuyor ki bu kulaklar, evlat anneden, anne evlattan köle olmaya razı olan ilmin kapısı diye hem öğrenciye hem öğretmene yön veren Hz. Ali’nin kıymetlendirdiği öğretmene saygısızlıkta sınırları aşan öğrenciler, komşunun birbirine, mirasçı bırakılacak kadar yakınken uzak kalmanın bu kadar yabancılaşmanın sessiz haykırışlarını duyuyorum.
Neslihan KURTOĞLU