

Televizyon programlarında ya da gazetede sütunlarında bir şekilde öne çıkmış isimlerle yapılan röportajların vazgeçilmez sorusudur: “Bu noktaya nasıl geldiniz?” Soruya muhatap olanın hikayesinin başladığı noktadır sorunun işaret ettiği yer. Ve katılımcı başlar “bu noktaya” geldiği hikayeyi anlatmaya.
İnsanlar gibi devletlerin, kurumların, milletlerin de hikayeleri vardır. Bunu da gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, toplum önderleri, sanatçılar anlatır. Bizde elimizden geldikçe bu yazımızda ülke olarak geldiğimiz “bu noktayı” anlatacağız.
Millet olarak geldiğimiz nokta aslında olmamamız gereken bir nokta. Bin yıldır bu ülkede hakkın bayraktarlığını yapmış, İslam’ı Avrupa’nın göbeğine kadar taşımış bir milletin torunlarının olmaması gereken bir yerdeyiz. Bizim hikayemiz öyle çok imrenilecek ve örnek alınacak bir hikaye değil artık.
Toplumun en küçük yapı taşı olan aileden, en geniş ailemiz ülke sınırlarımız içerisinde yaşayan milletimiz ve en geniş ailemiz ümmetin durumu hepimizin malumu. Her yerde ve her zamanda zulme uğrayan, kendi kimliğini yaşayamayan, sömürülen, bir zamanlar tarih yaparken şimdi ise yapılanlara maruz kalan bir millet. “Bu noktaya” birden gelmedik. Yavaş yavaş bir planın adımları uygulanarak geldik.
Sanayi Devrim’inin ardından değişen Batı, maddi gücü de ele geçirmişti. Maddi gücü ele geçirmesiyle birlikte yıllardır içinde taşıdığı “biz ve barbar (yani dünyanın diğer halkları Batılılara göre geri kalanlar)” şeklinde dünya dizaynına başladı.
Elif ÖRS