

Fetih…
Gönüllere ve gözlere…
Bir çağrıdır nesillere ve kalplere! İşte Mekke ve Kabe! Dipdiri duruyor tüm haşmetiyle. Fethin ilk gününden beri aynı ihtişam ve saadetle…
Mekke! Tebliğin çileli beldesi, çilenin en nazlı cilvesi. Kurak ve boz dağlar çevren. Fakat Peygamberlere şahit belden. Son Peygamberin (s.a.v) ilk göz ağrısısın, Mekke!
“Yaratan, yaşatan ve yöneten Allah birdir” diyen müminlerin, El-Emin’e tabii olan sahabenin gördüğü cefa ve aynı zamanda İslam’a adanmış bir vefadır Mekke. İslam’ın son Peygamberinin ayak bastığı o kutsal belde…
Bir şehrin İslam topraklarına katılması gibi sıradan bir amaçla değildi Mekke’nin Fethi. Maksat dünya toprağı olabilir miydi? Maksat topraklarına toprak katarak hükümdarlığı yüce göstermek olabilir miydi? Mekke İslam’ın ilk göz ağrısıydı ve İslam’la müşerref bir belde olmalıydı. Zulüm, cahiliye adetleri ve Hz. Muhammed’e (s.a.v) düşmanlık son bulmalıydı bu şehirde. Çünkü aslolan Peygamber Efendimizin (sav) şahsına olan bir düşmanlık değildi. Aslolan Peygamber Efendimizin (sav) İslamiyet’le getirmiş olduğu yeni sistemi istemeyişleriydi müşriklerin. Onlara göre Allah gökte ve birden fazla olabilirdi. Fakat asla dünyalık işlerine karışmaz, sadece dileklerini yerine getirirdi. Ne kadar aciz bir ilah anlayışı müşriklerinki!
Nitekim yaratan, yaşatan ve yöneten yani hüküm koyan Rabbimiz; elçisi vasıtasıyla emirlerini -insanların da iyiliği için olan emirlerini- duyurmuştu insanlığa. Bunun reddedilmesiydi Mekke’de yaşanan çile. Birden fazla putla hallediyorlardı işlerini, bir şekilde sürdürüyorlardı adaletsiz adetlerini.
HALİDE SİVRİ
Devamı Maaile Dergi Aralık Sayısında…