

Şehirlerin ve mekanların da bir ruhu vardır insanlar gibi. Asırlar geçse de, o ruh hep var olur ve bunu yok etmeye çalışan zihniyetler her ne kadar uğraşsalar da o ruha ve manaya zarar veremezler. Bir de o beldelere ve mekanlara Allah Teala bir kıymet biçmişse; işte bu mana, bir inanca ve davaya dönüşür. Bu davayı yüreğinde bir emanet olarak taşıyan ve bu inanç uğrunda ağır bedeller ödeyerek şehadete koşan mana erleri de, hep var olacaktır. Müslümanca yaşamanın haysiyetine talip olmak da bu olsa gerek.
Allah Resulü’nün (sav), hadislerinde Şam diyarı diye bahsettiği Beytü’l Makdis, hem cihat ibadetinin kıyamete kadar süreceği peygamberler yurdudur, hem de o manevi ruhu iliklerimize kadar hissettiğimiz bereketli topraklardır. Bu bereket öyle geniş bir diyarı içine alıyor ki; içinde Kudüs var, Mekke, Medine var, Bağdat var, Şam var, İstanbul var. Nice kahramanlıklara şahit oldu bu topraklar ve nice acımasız istilalara. En kutlu sözler de buradan yükseldi, en acı feryatlar da. En ulu komutanlar bu topraklarda cenk meydanı kurdu ve kılıçlarını salladı Allah (cc) için. En bereketli ilim meclisleri de burada kuruldu, Halil İbrahim sofraları da…
Tevhid mücadelesinin merkezidir bu mukaddes beldeler ve her bir adımında bir peygamber izi vardır, –ki biz Müslümanlar tüm peygamberlere ayırt etmeksizin iman eder ve hürmet gösteririz.- Tarih boyunca atalarının, peygamberlerinin mirasına sahip çıktıklarını iddia eden işgalci siyonist güçler, bu kıymetli beldelerde taş üstünde taş bırakmadıkları gibi ahalisine de huzurlu bir yaşam hakkı tanımamışlardır. Halbuki Müslümanlar bu mukaddes beldeleri fethettiklerinde himayelerine girenlerin canlarına, mallarına dokunmamış ve inançlarına müdahale etmemişlerdir. Çünkü İslam medeniyetinin temeli merhamete ve adalete dayanmaktadır.
Amma velakin şunu belirtmekte fayda vardır ki, Millet-i İbrahim’den olan Müslümanlar, mukaddesatını çiğneyenlere ve manevi değerlerine dokunanlara da hiçbir zaman tepkisiz kalamaz.
Şenay ŞEKER
Devamı Maaile Dergi Şubat Sayısında…