

“Eğer Allah´tan başkalarına ilahlık yakıştıranlardan/ müşriklerden biri senden sığınma talep ederse, ona o imkan tanı. Olur ki o zaman zarfında senden Allah‘ın kelamını işitip anlayabilir. Sonrada onu kendini emin hissedebilecek bir mekâna ulaştırır.” (Tevbe/6)
İlahi vahiy, o yüce otoriteden bize süzülüp gelen bir kelam-ı ezelidir. Kur´an´ın, Allah’ın (cc) kelâmı olduğu gerçeği Kur´an´a muhatap olan zihinlerden hiçbir zaman çıkmamalıdır. Muhatap, karşısına oturduğu kitabın sıradan bir kitap olmadığını bilmeli ve metnin sahibinin yüceliğinin bilincinde olmalıdır.
Kur’an sıradan bir roman değil, bir hikaye veya tarih kitabi değil, bir bilim veya coğrafya kitabıda değildir. Bu yüce kitap, Allah’ın kelâmıdır. Bir hikmet ve maksat için yer yüzüne indirilmiştir. Öyle ise Kuran’ı Kerim, her daim Allah’ın kelâmı olduğu bilinciyle okunmalı, saygıda kusur edilmemelidir. Ama bu saygıyı vahyi hayatın dışında bırakarak, saygı göstereceğiz diye ona el sürmeyecek bir hâle dönüştürmemelidir. Ona yapılacak saygı yine onun kendisinden öğrenilerek yapılmalıdır.
Kelâmullah/Allah’ın Kelâmı ibaresi, Kur´an-ı Kerim´de üç yerde geçmektedir. Bunlardan ilki İsrailoğullarının, kendilerine gönderilen ilahi vahyi değiştirme çabalarına karşı yapılan uyarıya dikkat çekilen ayettedir. Buyrulur ki: “Oysa ki onlardan bir grup Allah’ın Kelamını işitip iyice anlarlar. Ama anlamalarına rağmen bile bile tahrif edip değiştirirler.” (Bakara /75)
İkinci kullanım konunun başında yer alan Tevbe Suresinin 6.ayetidir. Bu ayette de müşriklerin, Allah’ın kelamını işitmelerine imkan sağlayacak zeminlerin oluşturulması tavsiyelerinde bulunulur. Yani ilâhi vahyin onlara ulaştırılması için her türlü meşru imkanların kullanılması önerilir.
Sultan Gül BAYEZİT
Devamı Maaile Dergi Ocak Sayısında…