Toplumsal olarak büyük sorunlar yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Eğitimden ekonomiye her alanda ahlaki problemler başı çekiyor. Dönüp dolaşıyoruz sorunun kaynağını ailede arıyoruz. Zira aile insanın ilk mektebidir. İyinin de kötünün de temellerinin atıldığı yerdir. Ancak görüyoruz ki aileler büyük bir buhran içinde… Dolayısı ile ahlaklı nesillerin inşası sekteye uğruyor. Böylesi bir tabloda insanın bir örneğe, bir lidere ihtiyacı olduğu açık. Kuşkusuz en güzel örneğimiz Alemlere Rahmet Efendimiz (sav)’dir.
O’nu (sav) daha iyi anlayabilmek, hayatımıza rehber edinebilmek için neler yapmalıyız, toplumsal hastalıklarımızın çaresini nerede aramalıyız gibi sorularımızın cevabını aramak için Dr. M. Şerafeddin Kalay Hocamız ile bir söyleşi yapabilme imkânı bulduk. Buyurunuz efendim…
DÜNYA HAYATI, AHİRET YURDUNUN HAZIRLAYICISIDIR
İnsanların bir kısmı maalesef Peygamber (sav) Efendimiz’i sadece bir aracı olarak görüyorlar. Geldi tebliğini yaptı ve gitti. Bir kısmı da ruhani bir hale getiriyor. Örnek alınması gereken biri olarak değil de dinleyip ağlanılacak bir şahsiyet olarak görüyorlar. Halbuki biz inananlar için dünya hayatı da ebedi hayatın bir parçasıdır ve Peygamber Efendimiz (sav) bize örnek olarak gönderilmiş bir insandır. M. Şerafeddin Kalay her iki bakış açısının yanlış olduğunu ifade ederken, Peygamber Efendimiz (sav)’i nasıl anlamamız gerektiği noktasında bize rehberlik yaptı;
“Peygamber (sav) Efendimiz’in hayat seyri, sadece bir tebliğci olduğu gibi, Allah’tan gelen
vahyi kullara ulaştırmakla vazifesini bittiği anlayışını bütünüyle yıkıcı, cahiliyenin putlarının “Hak geldi, bâtıl zâil oldu” düsturuyla yıkılıp yok olduğu gibi parçalayıcı ve yok edicidir. Eğer söyledikleri gibi olsaydı tebliğini yapar, köşesine çekilir, Tâif’in sarp yollarına düşmez, nice insanı hak davaya kazanmak için çırpınıp durmaz, öz yurdunu, malını, mülkünü terk edip Hicret Yurdunda yeni bir dünya kurmaz, filizlenip yetişecek ve Allah’ın hükümleriyle amel edecek ve onun adaletini yeryüzüne hâkim kılacak bir devletin temellerini atmaz, taş taş kale inşa eder gibi mü’minleri birbirine perçinlemezdi.
Bedir’de, bir avuç sahabî ile ortaya can ve yürek koymaz, sahabîler de ona; “-Ya Rasûlallah! Biz sana inandık, seni tasdik ettik. Getirdiğin davetin hak olduğuna şehadet getirdik. Bu yolda seni dinleyip itaat edeceğimize dair sana ahid ve misak verdik. Ya Rasûlallah! İstediğin yolda yürümeye devam et. Biz seninle beraberiz! Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin olsun ki bizi deniz geçirtecek olsan ve bunun için denize dalsan biz de seninle birlikte denize dalacağız. Bizden hiç kimse geri adım atmayacak. Yarın düşmanla karşı karşıya geldiğimizde hiç kimse bundan hoşnutsuzluk göstermeyecek.
Biz harpte sebat etmesini, düşmanla yüz yüze gelince sadakat göstermesini bilenleriz. Ümit ediyoruz ki, bizden gözünü gönlünü aydınlatacak şeyler göreceksin. Allah’ın bereketiyle yürü Ya Rasûlallah!” deyince sevinçten güzel siması daha da güzelleşmez, Mikdat’ın “Ya Rasûlallah! Allah sana nasıl yol gösteriyorsa o yana yürü. Biz de seninle yürüyeceğiz. Vallahi biz sana Benî İsrâîl’in Musâ’ya dediği gibi; “Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturur sizi bekleriz,” demeyeceğiz. Biz de sağında, solunda, önünde, ardında savaşacağız,” deyişi yürekleri azimle doldurmazdı.
Selime Sümeyye ABATAY
Devamı Maaile Dergi Ekim Özel Sayısında…