

“Mekanı olmayan bir topluluğun tarihi yoktur. Tabiat içinde biz, yani insan ve değerleri, kimliği, tarihi olan adamla tarihe kavuşan bir varoluştur.”
“Kapitalizmin kent mekanları, hürriyetimizi iptal ediyor. Toplumsal hareketi, toplumun tabii hareketini ve böylece “varlığımızı” kaybediyor.”
Kapısı açık olduğu halde hırsızı bulunmayan bir topluluktuk biz, batıya hayran olmadan önce.
Medeniyet diye dillendirdiğimiz ne varsa kapitalizmin oyunlarına kurban verdik. Bizi biz yapan değerler ya elimizden kaydı tutamadık ya da göğe yükselmesine seyirci kaldık methiyeler düze düze.
İlk neyi feda ettik? Mahallelerimizi mi, mezarlıklarımızı mı, şehirlerimizi mi yoksa inandığımız gibi yaşamayı mı?
Neyi neyin uğruna geride bırakmıştık?
Dini, tarihsel ve kültürel yaşantılarımızı “modern” lakaplı bir kelimeye mi tercih ettik?
İnsanoğlunun en temel ihtiyaçlarının başında şüphesiz mekan- barınma ihtiyacı gelir. Bu ihtiyaç inanca bağlı olacak şekilde mahremiyeti ön plana alarak evleri oluşturur. Evler ise bir şehri meydana getirir.
Geçtiğimiz ay içerisinde vefatının onuncu yıl dönümünü geride bıraktığımız Turgut Cansever’in ifade ettiği gibi, “Şehir, insanın, hayatını düzenlemek üzere meydana getirdiği en önemli, en büyük fiziki ürün ve insan hayatını yönelten, çevreleyen yapıdır. Bu yapıya biçim veren tercihleri ise insanlar ve toplumlar, inançlarından, dinlerinden hareket ederek belirlerler. Şehir, toplumsal hayata insanlar arası ilişkilere biçim veren, sosyal mesafelerin en aza indiği, bu ilişkilerin en büyük yoğunluk kazandığı yerdir.”
Turgut Cansever, Nurettin Topçu, Özer Ergenç ve bunun gibi birçok düşünür, araştırmacı, yazar, akademisyen bu gidişi dert edinmiş: “Müslümanlar şehirlerini kaybetmeden kazanmalı!” diyerek kalemleriyle “yaklaşıyor, yaklaşmakta olan” uyarılarını yapmışlar. Bu uyarılardan birini de Lütfi Bergen arka arkaya çıkardığı eserleriyle ve bu eserlerinde şehre yaptığı vurgularla yapmaktadır.
Biz de Maaile olarak bu ayki sayımızda yazarımızın “Kenti Durduran Şehir” kitabını ele alacağız.
SABRİYE BİLGİLİ