Kendini dinlememişler bayım. Sessiz sessiz yükselen çığlıklarına eşlik edememişler. Bir duvar dibi aramamışlar, kendi mahkemelerini kurup kendilerini yargılayamamışlar. Sağa sola kaçışıp durmuşlar. Bir topacın toprak üstünde dönüp dönüp dolaştığı yerlerde oyuntular açması gibi dönüp durmuşlar. Sonra topacın açtığı oyuntuların birine rastlayıp sendelemesi ve yavaş yavaş duraksaması gibi duracaklarını hesap etmişler. Açtıkları o oyuntuların ne kadar derin, ne kadar acılı olduğunu ve onlara uğramalarıyla sertçe yere çakılacaklarını hesap edememişler. Çarpıp çarpıp birçok yerde yara açmışlar. Yara açtıkları yerlere tekrar uğrayıp büyük bir yenilginin tahtına oturur bulmuşlar kendilerini.
Duramamışlar, durmayı hiç denememişler. Pardon bayım, bu hikayeye sondan başladım. Oysa sana yenilgi tahtının nasıl inşa edildiğini anlatmakla başlamalıydım. Bize hep hikayelerde yazılan kahramanların yüceliği anlatıldı. Ama bayım, yazılan kahramanları, kötü adamların yazmış olabileceğini hiç düşünemedik. Söze nasıl başlasam bilmiyorum. Neden söze başlamadan sana “Bayım! Bu hikayede kahraman yok. Bu hikayede kötü ve kötülerin kandırdıkları var.” diye haykırmak istiyorum, bilmiyorum. Neyse bayım artık başlanmalı söze. Artık dinlemeliyiz ikimiz de…
Topacı ipe dolayan adam, o topacın duracağını bile bile topacı dönmesi için meydana çıkmaya ikna etmiş. Bütün şehvetleri kulağına fısıldamış. Oyunun kazananı olacağını ve elde edeceği itibarı büyülü bir sesle kulağına fısıldamış. Balın kokusunu alıp üzerine konan arı gibi hızlıca yönelmiş topaç, balın üzerine konmuş.
FAZİLET AYDIN
Devamı Maaile Dergi Aralık Sayısında…