

Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün ruhunu kendinde barındıran güzide şehir; İstanbul’un, kıymetini beyan etmek ne mümkün! Onu ancak tüm ruhuyla, gönülden sevenler anlayabilir ve anlatabilirler. O, Allah Resulü’nün (sav): “İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” diyerek fethini müjdelediği ve bu müjdeye nail olabilmek için nice sahabelerin, nice cengaverlerin bu uğurda canlarını feda ettiği mümtaz beldedir. Kudüs gibi İstanbul da, İslam medeniyetinin dünyaya açılan en büyük ihtişamlı kapısıdır. İki kıtayı birbirine bağlayan noktada bir mücevher gibi göz kamaştıran İstanbul, tarihi zenginlikleri ve o muazzam tabiatıyla tüm dünyanın gözbebeğidir. Üstad Nuri Pakdil’in deyişiyle “Kudüs’süz ve İstanbul’suz aşk yoktur.” Gerçekten de öyle değil mi?
Tüm milletlerin gözünün üzerinde olduğu bu iki şehre sahip olabilmek için asırlar boyu kıyasıya mücadele verilmiştir. Ama binlerce şükür ki, Müslümanlara nasip olan bu kıymetli beldelerde, zaman zaman maddi-manevi işgaller yaşansa dahi kıyamete kadar İslam beldesi olarak baki kalacaklardır. Kudüs-ü Şerif’i ziyaret ettikten sonra hüzünlü bir şekilde Türkiye’ye dönerken uçağımız İstanbul semalarına geldiğinde Osmanlı’nın son kalesi olan bu şehri şöyle bir temaşa edip: “Ey sevgili İstanbul! Sen tüm insanlık için son umutsun, son kalesin, Rabbim seni korusun!” diye dualar etmiştik. Kudüs’te bulunan Müslüman kardeşlerimizin çektiği sıkıntıları, kısıtlanan özgürlüklerini birebir yaşadıktan sonra kendi topraklarımızdaki rahatlığımızın kıymetini çok iyi idrak etmiş; daha şuurlu olmamız ve insanlığın kurtuluşu için daha fazla mücadele etmemiz gerektiğini anlamıştık.
Şenay ŞEKER
Devamı Maaile Dergi Mayıs Sayısında…