

Son asırda İslam coğrafyasında yaşananları, Türkiye’nin İslam ülkeleriyle ve işgalci İsrail ile inişli çıkışlı ilişkilerini incelediğimizde, olaylara sadece devletlerin ilişkisi olarak bakmamızın mümkün olmadığını çok iyi biliyoruz. Tarihin bize yüklediği vecibeyi; İslam’ın temsilcisi, mazlumların gür sesi ve insanlığın umudu olmak gayesini taşımak mecburiyetindeyiz. Kendimizi bu sorumluluktan uzak müstakil bir devlet olarak görmemiz ve atacağımız her bir adımın vebalini düşünmeden hareket etmemiz mümkün değildir. Bize, kalbimiz olarak kabul ettiğimiz Kudüs’ü işgal eden İsrail ile ABD ile müttefik olmak değil, İslam ülkeleriyle bir araya gelerek güçlü bir bağ kurmamız gerekmektedir.
Hz. Ömer zamanında fethedilen ve Bizanslılardan teslim alınan Kudüs şehri İslam medeniyetinin tüm özelliklerini taşıyan müstesna bir belde olmuş ve değerini her zaman korumuştur. 400 yıllık Osmanlı hakimiyetinden sonra başlayan İngiliz işgali ve günümüze kadar Filistin topraklarında yaşananları kaleme dökmek mümkün değil. Kadim bir medeniyeti ortadan kaldırmak, geçmişin izlerini silmek ve İslam yurdunu Yahudileştirmek için tüm şer odakları bir araya gelmiş adeta. İmani bir akidemiz olan Mescid-i Aksa ve Kudüs şehri Nekbe dediğimiz ve büyük felaket diye de adlandırdığımız sürgünlerle boşaltılarak, yeryüzünde dağınık halde bulunan Yahudiler bu mukaddes topraklara göçe zorlanmıştır. Bir Yahudi devleti kurmanın ilk şartı olarak şehrin demografik yapısını değiştirmeye, bir yandan da İslami eserlerimizi bir bir ortadan kaldırmaya başladılar. Peki niçin böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu? Sebepleri aslında o kadar çok ve o kadar karmaşık ki! Yahudilerin kendilerini üstün bir ırk olarak görmeleri ve yeryüzünü ifsat ederek bir dünya hakimiyeti kurma çabaları en güçlü sebepleri. ‘BOP’ denilen fakat gerçek ismi ‘Büyük İsrail Projesi’ olan bu plan çevresinde Mescid-i Aksa’yı yıkmak ve yerine Süleyman tapınağı inşa edilmek isteniyor. Bununla da bitmiyor, Fırat ile Nil Nehirleri arasında kalan topraklara sahip olduklarında Mesih’in ineceğine ve dünya hakimiyetlerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar.
‘Ortadoğu’ bir batı tabiridir. Kendi batıl medeniyetlerini merkez kabul eden bir zihniyet için içinde bulunduğumuz coğrafya onlara göre Ortadoğu. Bizim bu tabiri kullanmamız abestir. Çünkü biz İslam coğrafyasını Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul merkezli düşündüğümüzde batının tabiriyle ortada değil bilakis dünyanın tam da odak noktasındayız ve bulunduğumuz bu merkez dünyanın yönetimini etkileyen en stratejik bölgedir.
Şenay ŞEKER